Kalabalık Yalnızlık

Geride bıraktığımız 2024 senesinde TDK tarafından yapılan oylamada yılın kelimesi/kavramı olarak Kalabalık Yalnızlık seçildi.

Bahsi geçen kavramın ifade ettiği anlamsal derinlik çağımızın önemli bir sorununun altını da çizmekteydi.

Sosyal medyada emojilerin arkasına gizlediğimiz mutsuzluklarımız, huzursuzluklarımız ve beklentilerimiz zamanla insan ilişkilerimize de yansıyor.

Tüketim toplumunda yaşamamız ve standartlarımızı olduğumuz seviyeden çok daha yukarıya yükseltmemiz doygunluğa ulaşmamızı  ise imkansız bir hale getiriyor.

Maskenin arkasındaki insanlık,  çevresine mutlu bir profil çizmesine rağmen günümüzde adeta can çekişiyor. Kalabalık bir yemek masasında bile dostlarımız ve ailemizle otururken derin bir yalnızlık çekebiliyoruz.

Dijitalleşen dünyamızda sosyal medya hesaplarında yüzbinlere hitap eden fenomenler, yaşadıkları 1+0 evlerinde şiddetli yalnızlıktan dolayı hayatına son verebiliyorlar.

Kalabalıkların vurdumduymazlığı ve insanların her geçen gün ikili ilişkilerinde robotlaşması, çevredeki yalnızlık hissiyatını ise arttırıyor.

Doğrusu bahsi geçen kavram bu sebepten dolayı çok hoşuma gitti. Çünkü modern çağlarda yarım kalmış, anlatılamayan bir hissiyatı anlatıyordu.

Çok değil, 10-15 sene önce böyle bir kelimenin hayatımızda neredeyse hiçbir ağırlığı yoktu.

O dönemde insanlar bu kadar yalnız yaşamıyorlardı. Sürekli olarak fiziksel çevrelerinde onlarla konuşan, yanlarında olan insanlar vardı. Ailelerin ve evlerin yapısı bu derece yalnız kalmaya elverişli değildi. Kısacası depresyona girecek vaktimiz ve yalnızlığımız yoktu.

Kalabalıklar sahte değil, insancıldı. İki zıt kelime bir araya gelince günümüzdeki gibi bir anlam ifade etmiyordu. Bir başkasının derdini kendi derdimiz gibi sahipleniyorduk.

Kolektif bir kültür yapısı vardı. Komşusu aç iken kendisi tok yatan insan, toplum tarafından ayıplanırdı. Sorunlar ortaktı. Duygular daha yoğun yaşanıyordu, insanlar kendilerini daha kolay ifade edebiliyorlardı.

Günümüzde ise bu çevre tamamen değişti. Artık insanlar birbirini anlamak için iletişim ve empati kurmuyor, bunun ihtiyacını hissetmiyor. Sorunlar ise kişiselleşti, insanlar ben merkezli bir yapıya büründü.

Artık apartmanımızın koridorunda komşumuzla karşılaştığımızda bile tedirgin oluyoruz. Çünkü onu gerçek anlamda tanımıyoruz. Eskiden mahallelerde, o mahalleye yeni taşınan kişiler kısa süre içinde ziyaret edilirdi. Yeni tanışılan kişilerle sohbetler edilir, hayatı ve ailesi hakkında fikir sahibi olunmaya çalışılırdı. Bu mahallelinin geliştirdiği bir tür savunma mekanizmasıydı. Dışarıdan gelenlere karşı önyargı yoktu ancak bir tür tedbir vardı.

Üstelik artık tek problemimiz kalabalık yalnızlığımız da değil. Yeni bir sorun olarak toplumsal çürüme de gündelik hayatımızda baş göstermiş vaziyette.

Değişen ücretlere karşı, halkın fırsatçılığa kalkışması ciddi bir sorun. Son yıllarda yaşanan ev sahibi – kiracı mücadelesi hala gündemdeki yerini koruyor. Pazarda artan fiyatlardan dolayı herkes şikayetçi. Sokakta yaşanan asayiş problemlerinde ise toplum artık sırtını dönüyor ve yaşananları görmezden geliyor. Birlik bilinci zayıfladı ve birey algısı güçlendi.

Sonuç olarak Kalabalık Yalnızlık probleminin ileride bir şekilde çözüleceğine inanıyorum. Ancak  Toplumsal Çürüme sorununa da dikkat etmemiz ve gelecekte bizi bekleyen tehlikelere karşı toplum olarak bir savunma mekanizması inşa etmemiz gerektiğini düşünüyorum.