Eskiden bir konuda “uzman” denildiğinde, o kelimenin arkasında yıllar, hatalar, denemeler ve sessiz bir emek vardı. Bugün ise uzmanlık, çoğu zaman birkaç paylaşım, bir iki video ve yüksek sesle konuşabilme becerisiyle kazanılıyor. Bilgi azaldıkça özgüvenin artması tesadüf değil; bu çağın en belirgin çelişkilerinden biri tam da burada duruyor.
Artık herkes her konuda bir fikre sahip olmak zorunda hissediyor. Fikre sahip olmak yetmiyor, o fikri kesin doğrularla süsleyip başkalarına öğretme iştahı da devreye giriyor. Ekonomi konuşuluyor, ama bütçe nedir bilinmiyor. Psikoloji anlatılıyor, ama insan dinlenmiyor. Spor eleştiriliyor, ama oyunun ruhu görülmüyor. Bilgi derinliği yerini kanaat hızına bırakmış durumda.
Sorun fikir beyan edilmesi değil. Asıl sorun, bilmediğini bilmemek. Şüphe duymadan konuşan, sınırlarını kabul etmeyen, öğrenmeye kapalı bir “uzmanlık” türü türedi. Bu yeni uzman profili hata yapmaz, geri adım atmaz, fikrini güncellemez. Çünkü algoritmalar tereddüdü değil, kesinliği ödüllendiriyor. En çok bağıran, en net konuşan, en keskin cümleyi kuran öne çıkıyor.
Gerçek uzmanlık ise sessizdir. Soru sorar, dinler, bazen “bilmiyorum” der. Bugünün dünyasında bu cümle zayıflık gibi algılanıyor. Oysa bilmediğini kabul etmek, bilginin başlangıç noktasıdır. Herkesin konuştuğu bir ortamda susabilmek, belki de en büyük yetkinliktir.
Bir başka mesele de şudur: Uzman bolluğu, güven erozyonu yaratıyor. Her görüş eşitmiş gibi sunulduğunda, gerçekten emek verilmiş bilgiyle rastgele kanaat aynı masaya oturuyor. Okur, izleyici, dinleyici hangisine yaslanacağını bilemiyor. Sonuçta herkes biraz şüpheli, her bilgi biraz tartışmalı hâle geliyor.
Belki de yeniden şunu hatırlamamız gerekiyor: Uzman olmak, her soruya cevap vermek değildir. Hangi sorulara cevap veremeyeceğini bilmektir. Herkesin uzman olduğu bir dünyada, öğrenmeye açık kalanlar gerçek anlamda ayrışacak. Gürültü azalmayacak; ama biz, sesi kısmayı seçebiliriz.
Çünkü bazen en doğru söz, söylenmeyendir.










Yorumlar