Bal Göç 28 Aralık’ta yapılacak sadece
bir kongre değil, aynı zamanda bir vicdan sınavıdır.
Bazı kongreler vardır; yapılır, biter, unutulur.Bazıları ise ilk tarihte
yapılamaz… ama uzun süre hafızalardan silinmez.
Son yıllarda yaşanan BAL-GÖÇ Genel Kurulları, tam da işte bu ikinci
kategoriye giriyor. Kongreler bitiyor, küskünlükler, tartışmalar uzun süre
devam ediyor.
Dün saat 11.00’de başlaması gereken kongre, çoğunluk sağlanamadığı için
ertelendi. Resmî açıklamaya göre sorun yoktu; 28 Aralık’ta, çoğunluk
aranmaksızın Yıldırım Yunus Emre Spor Kompleksinde yapılacaktı.
Peki, dün yaşanan gerilimin gerekçesi sadece çoğunluk muydu?
Hayır…
Mesele, şeffaflıktı.
Mesele, adil bir yarıştı.
Mesele, bir çatı derneğinin kendi üyelerine karşı sorumluluğunu yerine getirip
getirmediğiydi.
Duyurunun Yapılış Biçimi
Kongre kararının kamuoyuna duyurulma şekli, tartışmaların fitilini
ateşledi. Yönetim Kurulu cuma günü karar alıyor. Duyuru cumartesi günü çoğu
üyenin takip etmediği bir gazetede ve yalnızca derneğin sosyal medya hesabında
saat,16:39’da paylaşılıyor. Duyurunun sadece sosyal medyada yapılmış
olması, dernek üyelerinin çoğunun duyurudan habersiz kalmasına sebep oldu. Çoğu
üye sosyal medya hesaplarını bile düzenli olarak kontrol etmediği için, kongre
kararı adeta görünmeyen bir mesaj haline geldi.
Ne SMS var…
Ne e-posta…
Ne de üyelerin aidat durumunu öğrenebileceği açık bir sistem…
Bu, dernek yönetiminin şeffaflık ilkelerinden ne kadar uzak olduğunun açık
göstergesidir. Ayrıca kendilerine yakın olan kesimlerin dışındaki üyeleri
görmeme gibi bir tavır sergilediklerini de ortaya koymaktadır.
Dahası, iddiaya göre web sitesi çalışmıyordu.Yani üyeler, borçlarının ne
kadar olduğunu dahi bilmiyordu.
Ama buna rağmen denildi ki:
“Yıl içinde aidat yatırılması gerekir. Ancak üyelik aidatını yatırmayan
hazirun listesinde yer alamaz ve oy kullanamaz.”
Peki soralım:
Aidat borcunu bilmeyen bir üye, borcunu nasıl yatıracaktı?
Kongre ilanında “aidat borcu olanlar oy kullanamaz” ibaresi neden
yoktu?
Hazirun Listesi Var Ama Yok!
En büyük kriz, hazirun listesi etrafında yaşandı.
Bazı üyeler aidatlarını aylar önce yatırmış olmalarına rağmen listede
isimlerini göremediklerini söyledi.
Bazıları ise “adın yok” denmesine rağmen askıdaki listede kendi adını
buldu.
Bu ne demekti?
İki ayrı liste mi vardı?
Yoksa bilgiye erişim mi keyfîydi?
Adaylardan biri olan Prof. Dr. Fahriye Vatansever Ağca, hazirun
listesini talep etti.
Cevap netti:
“Veremeyiz.”
Neden?
“Yetkimiz yok.”
Ama aynı masada genel sekreter Sebahattin Soğukpınarvardı.
Komisyon vardı.
Yetkisi olmayanlar vardı ama sorumluluk alan yoktu.
İtiraz edenlere ne dendi?
“Bu tartışmaya açık bir konu değil. Dilekçe verin.”
Kişisel Veriler Kalkan mı, Seçim Zırhı mı?
Hazirun listesinin adaylara verilmemesi, Kişisel Verilerin Korunması
Kanunu ile açıklanmaya çalışıldı.
Peki o zaman şu soru sorulmaz mı?
Bir aday, bütün üye bilgilerine sahipken…
Diğer aday hiçbir şeye erişemiyorken…
Bu yarış adil midir?
Bir aday projektör ışığı altında,
Diğeri karanlıkta…
Buna seçim mi denir, yoksa tasarlanmış bir sonuç mu?
Gelip öğreneceksin anlayışı
Toplantıda söylenen bazı cümleler, aslında zihniyeti özetliyordu:
“Etkinliklere katılmıyorsunuz!”
“Haberimiz olanlara katılıyoruz. Haber vermezseniz etkinlikleri nereden
öğreneceğiz?”
“Bizim size haber vermek zorunluluğumuz yok.Gelir, öğrenirsiniz.”
Oysa STK’lar, kapalı devre kulüpler değildir.
Dernekler, üyeleriyle vardır.
Bilgi paylaşımı bir lütuf değil, yükümlülüktür.
Bir Aday, Bir Hikâye, Bir Vicdan
Tüm bu tartışmaların ortasında bir isim öne çıktı:Prof. Dr. Fahriye
Vatansever Ağca.
Onun adaylığı, sadece bir yönetim değişikliği iddiası değil; bir yüzleşme
çağrısıydı.
“Birleştirmeye geliyoruz” dedi.
“Kimseyi ötekileştirmeden, ortak akılla yöneteceğiz” dedi.
Ve ekledi:
“BAL-GÖÇ, bir dava derneğidir. Bu dava, asimilasyona karşı verilen onurlu
mücadelenin adıdır.”
Onu karalamaya çalışanlar oldu.
Montaj fotoğraflar üretildi.
İftiralar atıldı.
Ama unuttukları bir şey vardı:
Bu camia, gerçeği tartar.
Üç kez ismi değiştirilen bir çocuğun,
Türklüğünden vazgeçmeyen bir ailenin,
Belene korkusuyla büyüyen bir kuşağın hikâyesi kolay silinmez.
Kaldı ki, kalemini silah olarak kullanan güruhun vatanseverliği, Fahriye
Hocanın hizmetlerinin zekâtı kadar bile olamaz.
Atatürk, “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır.” diyor. O,
görevini en iyi şekilde yapan, ulusal ve uluslararası birçok konferansta
kurumunu başarıyla temsil eden örnek bir bilim insanıdır.
O, sadece alanında saygın bir bilim insanı olmasının yanında, hastalarıyla
gönül bağı kuran, kadirşinaslığı, insan sevgisi ve inceliğiyle de fark yaratan
bir hekimdir.
Ve sözün özü
Bugün Bal-Göç’te mesele bir başkanlık yarışı değil.
Mesele; meşruiyet, adalet ve ahlak meselesidir.
Bir dernek, üyelerinden kaçıyorsa…
Bir yönetim, sorulardan rahatsız oluyorsa…
Bir seçim, şeffaflıktan korkuyorsa…
Orada kazanan kim olursa olsun,
kaybeden camianın kendisi olur.
28 Aralık sadece bir tarih değil.
BAL-GÖÇ için bir imtihan günüdür.










Yorumlar