Işık Nereye Düşüyorsa Hakikat Oradadır!
Bir ülkede hakikatin ne olduğu çoğu zaman gerçeğin kendisinden değil,
ışığın nereye tutulduğundan anlaşılır. Sahne büyüktür; fakat projektör tek
eldeyse, izleyici yalnızca gösterileni görür.Geri kalan alanlar karanlıkta
kalır. Türkiye’nin bugünkü manzarasına baktığımızda tam da böyle bir sahneyle
karşı karşıyayız.
İktidar, yalnızca siyasal gücü değil; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nı, TRT’yi, ana akım medyayı ve dijital platformların görünürlük mekanizmalarının da denetimini elinde tutarak güçlü bir projektör kurmuş durumda. Bu projektör; açılışlara, köprülere, yollara, havalimanlarına, “mega projelere”, başarı hikâyelerine ve bitmeyen vaatlere çevriliyor. Işığın düştüğü yerde kurdeleler kesiliyor, alkışlar yükseliyor… hikâye sürekli parlak bir geleceğin vaadiyle süsleniyor.
Karanlıkta Biriken Sorunlar
Ancak sahnenin büyük bölümü aydınlatılmıyor. O karanlıkta yolsuzluk
iddiaları var: denetimsiz ihaleler, hesap verilmeyen kamu harcamaları,
kayırmacılık…
O karanlıkta yoksulluk var: açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm
milyonlar, emekli maaşıyla ay sonunu getiremeyen yaşlılar, çalışan yoksullar…
O karanlıkta yoksunluk var: barınamayan öğrenciler, nitelikli eğitime
erişemeyen çocuklar, sağlıkta derinleşen eşitsizlikler…
O karanlıkta yasaklar var: ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar, toplanma
hakkının sınırlandırılması, eleştirel seslerin kriminalize edilmesi…
Ve belki de en tehlikelisi, adalete duyulan güvensizlik.
Hakikat işte burada birikiyor; fakat görünmüyor.
Gündem Mühendisliği: Görünmeyeni Yok
Saymak
Bugünün iktidar gücü, yalnızca yasa yapma ya da baskı kapasitesiyle
ölçülmüyor. Asıl güç, gündemi belirleme becerisinde yatıyor. Ne
konuşacağımız, neyi tartışacağımız ve neyi hiç konuşmayacağımız büyük ölçüde
seçiliyor.
Bir gün yapay bir polemik, ertesi gün “yerli ve millî” bir tartışma,
sonra sembolik bir kültür kavgası… Işık sürekli yer değiştiriyor.
Bu hız sayesinde hayat pahalılığı “küresel kriz” gerekçesiyle
normalleştiriliyor. Yılın sonuna gelinmiş Çalışma Bakanı Işıkhan 2026 yılı
asgari ücretin belirlenmesinde, “Rakam için çökerken.” diyor.
Geçim sıkıntısı bireysel başarısızlık gibi sunuluyor.İşsizlik istatistik
oyunlarına indirgeniyor.Eğitimdeki kalite düşüşü, gençlerin okulda kopuşu,
üniversite mezunu işsizler laf kalabalığı arasında kayboluyor.Liyakat sorunu
ise neredeyse hiç konuşulmuyor.
Işık o kadar hızlı dolaşıyor ki, izleyici durup düşünmeye fırsat bulamıyor.
Dün konuşulan hakikat, bugün karanlığa gömülüyor.
Modern Mağara ve Yeni Kuklacılar
Bu tablo, Platon’un mağara alegorisinin şaşırtıcı derecede güncel bir
yansımasıdır. Mağaradaki mahkumlar zincirliydi ve duvara yansıyan gölgeleri
gerçek sanıyorlardı; çünkü başka bir gerçeklik tanımıyorlardı. Platon’un
mağarasında ateş ile duvar arasında dolaşan kuklacılar vardı; gölgeleri onlar
üretiyordu.
Bugün kuklacılık görevi karmaşık ve çok katmanlı bir ağ tarafından
üstleniliyor: ana akım medya, reklam verenler, siyasal iletişim stratejistleri,
sosyal medya algoritmaları ve hatta farkında olmadan kalıpları aktaran aile,
okul, çevre… Hepsi aynı zincirin farklı halkalarıdır. Hepsi bir şekilde algı
duvarımıza düşen gölgelerin şeklini belirliyor.
Gerçeklik bize artık doğrudan gelmiyor. Algoritmaların ve siyasi iletişim stratejilerinin elinden geçerek kırılıyor; renkleri, tonu ve anlamı değişiyor. Bize ulaşan şey çoğu zaman eksik ve çarpıtılmış bir temsil oluyor. Benzer içerikleri tekrar tekrar sunulması, düşünce çeşitliliği yerine “yankı odaları” yaratıyor. Böylece kendi çağımızın mağarasında, ışığın gösterdiği gölgeleri “tek gerçek” sanmak kolaylaşıyor.
Görünmez Zincir ve Bilincin Daralması
Bugünün medya düzeni, toplumun üzerine sürekli verilen bir narkoz gibi
işliyor. Her gün, her saat, her bildirimde yeni bir doz…Düşünmek yerine
izlemek, sorgulama yerine alışmak teşvik ediliyor.
Mağaradaki mahkûmlar, duvarlara yansıyan gölgeleri gerçek sanıyorlardı. Biz
de çağımızın mağaralarında, elimizdeki akıllı telefonların soğuk cam
yüzeylerine bakarak benzer gölgeleri izlemiyor muyuz? Ekranların uyuşturucu
ritmi, algoritmaların seçtiği haberler, parıltılı reklam panoları, spot
cümleler… Hepsi dikkatimize zincir vurmak için tasarlanmış modern gölgeler
değil mi? Üstelik daha parlak, daha düzenli, daha ustaca filtreden
geçirilmiş hâlleriyle.
Platon’un mağarasındaki prangalar demirdendi ve görünürdü. Bizim çağımızın
prangaları ise görünmez: kültürel kalıplar, sorgulamadan içselleştirilen değer
yargıları, dogmalar, tüketim alışkanlıkları, konfor alanı, farklı olana duyulan
korku… İnsan çoğu zaman bu görünmez zincirleri taşıdığının bile farkında değil.
En sinsi esaret, insanın kendi zihninde kurduğu hapishanedir.
Büyük Projektöre Karşı Zayıf Işıklar
Muhalefet, iktidarın kararttığı alanlara ışık tutmaya çalışışa daelindeki ışık
çoğu zaman büyük projektör karşısında bir el feneri kadar zayıf kalıyor.
Üstelik muhalif aktörlerin dağınık ve zaman zaman çelişkili ışıkları sahnenin
tamamını görünür kılmaya yetmiyor.
Bu nedenle mesele yalnızca iktidarın neyi parlatmak istediği değildir. Asıl
mesele toplumun sahnenin tamamını görmeyi talep edip etmediğidir.
Bilgi Daraldıkça İrade de daralır
Tek sesli medya yalnızca bir iletişim sorunu değildir; doğrudan bir
demokrasi sorunudur. Çünkü görmediğiniz şeyi talep edemezsiniz.Konuşulmayan
mesele çözülmez.Karanlıkta kalan hakikat, zamanla “yok” sanılır.
Bugün karartılan alanlarda ise gerçek hayat birikiyor: borçlar,
hacizler, konkordatolar, işsiz üniversite mezunları, geçinemediği için dağılan
aileler, umudunu yitirmiş gençler…
Cemil Meriç’in dediği gibi mesele cehalet değil; örgütlü bir bilinç daraltmasıdır. İnsanlar
bilgiye ulaşamıyor oldukları için değil, bilginin süzülerek sunulması
nedeniyle hakikatten uzaklaşıyor.Algoritmalar bize benzer içerikleri tekrar
tekrar sunarak düşünce dünyamızı genişletmek yerine daraltıyor. Farklı
bakışlarla karşılaşmak zorlaşıyor; eleştirel düşünce yerini teyide,
sorgulama yerini kabule bırakıyor.
Çıkış Mümkün mü?
Tablo ne kadar karanlık olursa olsun, yine de umut var. Platon’un alegorisi
bize şunu hatırlatır: Mağaradan çıkmak mümkün, ama kolay değildir. Çünkü ışık
göz alır, hakikat rahatsız eder ve sorumluluk yükler. Gölgeler ise konforludur.
Çözüm, tek bir aktöre ya da kuruma indirgenemez. Öncelikle bireyin kendi
zihinsel zincirlerini fark etmesi gerekir. Medya okuryazarlığını artırmak,
farklı kaynaklardan beslenmek, duygusal tepkiler yerine analitik düşünmeyi
tercih etmek…
Belki de özgürlük önce şu soruyu sormakla başlar: Işığın yönünü kim
belirliyor?
Ve hakikat, ancak gölgelerle yetinmeyi reddettiğimizde görünür hâle gelir.










Yorumlar