“Şapkayı artık önümüze koyma vakti”
“Perşembe’nin gelişi, Çarşamba’dan belliydi aslında…”
Bağıra bağıra geliyordu.
Ne var ki görmesi gerekenler görmedi, duyması gerekenler de duymadı.
Çünkü görmek istemeyen kadar kör, duymak istemeyen kadar sağır kimse yoktur!
“Ben bilirim!” diyenlerin sesleri yükseldikçe, aklın sesi kısıldı.
Fikirlerin yerini alkışlar aldı.
Ya uyarılara kulak tıkandı ya da uyarmaya cüret edenler dışlandı.
Ve bir sabah uyandığınızda, dün “Ölümüne yanınızda” olanların birer
birer karşınıza geçtiğini gördünüz.
Hani o sizi alkışlayanlar vardı ya…
Artık o alkışlar, başka salonda yankılanıyor.
“Bizimle Olan Makbuldür!” anlayışı
Sadece “Biz biliriz!” diyen bir anlayış, sadece “Bizimle olanın”
kıymetli sayıldığı bir yapı hâkim oldu.
Has odalardaki hoş sohbetler bile, kendi sözlerinize methiyeler düzmekten öteye
gitmedi.
Başkalarının emeği, fikri, duygusu mıydı?
Onlar, işinize yaramadığı sürece birer ayrıntıydı.
Siyasetin doğasında eleştiri vardır.
Ancak siz, eleştiriyi düşmanlık; sorgulamayı ihanet saydınız.
Yanlışları dile getirenleri dışladınız, size “Emir eri!” gibi itaat edenleri
baş tacı ettiniz.
Ama unuttunuz…
Birine yapılan haksızlık, sadece ona yapılmaz.
Grubun geri kalanı da bunu görür.
Toplum, haksızlığa sessiz kalmaz — belki hemen değil ama günü geldiğinde
konuşur.
“Bir kişiye yapılan haksızlık, tüm topluma yapılmış sayılır.”
Parti içinde farklı sesleri susturdukça, ortak aklın yerini korku aldı.
Sadakat, liyakatin önüne geçti.
“Evet efendim” cümleleriyle siyaset şekillendi.
Ama sessizlik, rıza değil; yaklaşan fırtınanın habercisiydi.
İlk
Kırılmalar: Görmezden Gelinen Uyarılar
İlk çatlak, 2023 milletvekili aday belirleme sürecinde ortaya çıktı.
Feryatlar, haykırışlar duyulmadı.
“Rekor katılım!” denilen temayüller dedikodularla gölgelendi.
Tanınmayan, teşkilatla bağı zayıf adaylar bir anda listelerin en üst
sıralarına taşındı.
2024 yerel seçimlerinde ise tablo daha da karardı.
Belediye başkan adaylarının belirlenmesi, meclis üye sıralamaları...
Göstermelik temayüllerde usulsüzlükler ayyuka çıktı.
Kendi ekip arkadaşlarına yanlış yapanlarla yol yürünebilir miydi?
Elbette hayır.
Ama bu yanlışların sahipleri, başarısız olmalarına rağmen ödüllendirildi.
Tepkiler mi?
Duyulmadı bile.
Osmangazi
Kongresi: Sessiz Tepkinin Sandıktaki Yansıması
Osmangazi Kongresi aslında bir uyarıydı.
Desteklediğiniz isimler kaybederken, “Önemsiz” gördükleriniz zafer
kazandı.
Hüseyin Bozkurt Kaplan’ın başarısı bir tepki değil; emeğin, inancın
ve örgütlülüğün zaferiydi.
Her mahalleye gidilmiş, her üye dinlenmiş, her gönül kazanılmıştı.
Bu başarı, salonlarda değil; sokakta, halkın arasında kazanılmıştı.
“Eli sıkılmayacak, gönlü kazanılmayacak tek bir yol arkadaşımız yoktur.”diyen Kaplan,
delegelerin duygularına tercüman oldu.
Bu sözler salondakilerin yüreğini ısıtıyordu.
Dileriz ki sözde kalmaz, eyleme dönüşür.
Aynı
Şeyleri Yapıp Farklı Sonuç Beklemek
İl kongresi yaklaşırken tablo netleşiyor.
Kartlar yeniden mi karılacak, yoksa “Eski tas, eski hamam” mı devam
edecek?
Teşkilatı bilen, kucaklayıcı bir aday mı öne çıkacak, yoksa kişisel hesaplar
mı?
Siyaset, dar kadroların değil; ortak aklın, katılımcılığın işidir.
İnat, liyakatin yerini aldığında sonuç kaçınılmaz olur.
“Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek aptallıktır.”
Ne diyordu Ziya Paşa?
“En ummadığın keşfeder esrar-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”
“En ummadığın (kişi) senin içyüzünü keşfeder,
sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”
Ve Sözün özü:Bursa’da değişim, ancak aynaya bakmakla başlayabilir.
Ve artık o ayna karşısına geçme vakti geldi!
Liyakat tabelada yazıyor olabilir, ama makamlarda hâlâ sadakat oturuyor.
Oysa gerçek değişim, tabeladaki kelimeleri değil; zihinlerdeki anlayışı
değiştirmekle mümkün.
Yorumlar
Aynen katılıyorum
2 0