Perşembe sabahı sıradan bir dersin başlangıcıydı. İlk dersin yoklamasını
almış, deftere işlenecek konuyu yazıyordum. Kapı çalındı; okul müdürü telaşla
içeri girip, “Hocam gelir misiniz? … Çantanızı da alın.” dedi. Sözleri
kalbime soğuk bir rüzgâr gibi çarptı. Ne olduğunu anlamadan çantamı da alarak sınıftan
çıktım.
Eşim düşmüş… Hastaneye kaldırılmış… Cep telefonum derste kapalı olduğu için
bana ulaşamayınca okulu aramışlar. O telaşla aradım. Telefonda kızım Begüm, “Baba
annem merdivenden düştü, burnu kırılmış.” dedi.
Bir babanın, bir eşin kalbine çöken o his anlatılamaz; bir anda dengeniz
bozulur, nefes alışınız bile değişir. Hastaneye nasıl gittiğimi, yolların nasıl
bittiğini hatırlamıyorum. Acil serviste o koşturmanın, o telaşın içinde insanın
aklına hiçbir şey gelmiyor. Eşim burnuna tampon yapılmış, sedyede yatıyor. Tomografi,
yeniden tomografi, bir daha… Her saniye bir ömür gibi.
“Beyinde kitle olabilir…” Daha ilk şokun etkisini atlatamadan ikinci şok. Zihnim allak bullak olmuş, ne yapacağımı bilmeden koridorda dolaşıyordum. Dünyanın bütün yükü karabasan gibi omuzlarıma çökmüş gibiydi. Tam o anda bir hemşirenin dikkatle bana baktığını fark ettim. O bakış sanki içimden kopan fırtınayı fark etmiş gibiydi. Yanıma yaklaşarak:
“Siz öğretmen misiniz?”
“Evet.” dedim şaşkınlıkla.
“Hocam… siz Fen Bilgisi öğretmeni misiniz?”
“Evet.”
“Siz benim öğretmenimsiniz.”
“Adın ne kızım?”
“Sevginar.”
Karanlığın içinde bir ses Hızır gibi yetişmişti imdadıma.
Lüle lüle saçları, Bulgaristan’dan göç etmiş, uyum sağlamaya çalışan o
küçük kız çocuğu… Şimdi karşımda bir hemşire olarak duruyor, eşime yardım
için seferber oluyordu. Çocukluğundan bir sahne geldi gözümün önüne:
sınıfta ürkek bir ceylan yavrusu gibi koşuşu, çekingen ama bir o kadar sevgi
dolu duruşu.
Zor bir dönemdi. Bir sınıf değiştirildiğinde, bir okul değiştirildiğinde
uyum sağlamakta zorlanırken çocuklar, bir ülke değiştirmişti onlar. Çoğunun
ailesi, eşyalarını dahi alamadan bir gecede sınır dışı edilmişti. Yüzlerce
göçmen öğrencinin arasında, bağ kurmak, güven vermek için şakalaşarakayakta
tutmaya çalıştığımız o çocuklardan biriydi.
O tanıma anı… İşte öğretmenliğin gizli mükâfatı buydu.
O andan itibaren hastanedeki her şey değişti. Sevgiyle, saygıyla,
gösterilen ekstra ilgiyle, bir öğretmenle yıllar sonra yeniden karşılaşmanın
oluşturduğu minnetle… Doktorlar, hemşireler, herkes elinden geleni yaptı...
9 Şubat 2007… Eşim, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ameliyat oldu.
Zor bir ameliyat, umutla beklenen haber ve sonunda gelen rahatlama. Şükürler
olsun ki tümör, menenjiomdu; yıllar süren kontrollerden sonra tamamen kapandı.
Ve yıllar geçti… Sevginar tayinlerle Balıkesir’e gitti. Yakın zaman önce
tekrar Bursa’ya döndüğünü ve Şehir Hastanesinde çalıştığını duydum. Yine
görüşemedik uzun süre. Ta ki,28 Ekim günüŞehir Hastanesinde randevu alana
kadar. Muayene sonrası aradığımda, “Hocam beşinci kattayım, bekliyorum” Karşılaştığımızda
gözleri doldu, “Biraz önce sizi düşündüm, ilk karşılaştığımız an geldi
aklıma.” dedi.
“Hocam,” dedi, “Sizinle ilk karşılaştığımız gün, sizin için çok zor bir andı.
Ben de eşimin rahatsızlığından dolayı üç dört aydan beri çok zor günler
yaşıyordum. Ama az önce çok güzel bir haber aldım ve siz aklıma geldiniz.
Allah’a çok şükür tahliller temiz çıktı. Bunu sizinle paylaşmak istiyordum.”
dedi.
İşte hayat tam da böyle bir şeydi.Bazen bir öğrenciniz yıllar sonra
karşınıza çıkıyor, sizi bir koridorda tanıyor ve bir mucizeye dönüşüyor. Bazen
zor gününde dokunduğunuz, elinden tuttuğunuz o küçük çocuk, yıllar sonrazor
gününüzde iyileştirici bir olarak yardımınıza koşuyor. Yıllar geçiyor an
geliyor siz onun zor zamanlarında yanında oluyorsunuz…
Ve o zaman diyorsunuz ki:
“İyi ki öğretmen olmuşum. İyi ki bir çocuğun kalbine dokunmuşum.”
Öğretmenlik, sınıfta başlayan ama hastane koridorlarında, hayat yollarında,
yılların ötesinde bile devam eden bir yolculuktur.
Bizler; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek için
çalışan şerefli bir mesleğin mensuplarıyız.
Bir gün bize uzanan ellerin, küçücük bir öğrencinin yıllar sonra tuttuğu
destek eli olacağını bilmeden…
Öğretmenler Günü, işte bu hikâyelerin günüdür.
Bir öğrencinin hayatına ışık olmanın…
Bir insanın hayat yolculuğuna iz bırakmanın…
Ve en çok da “İyi ki varsın öğretmenim” cümlesinin…
Bu özel günde, şeref ve onurla bu mesleği icra eden tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü yürekten kutluyorum.




Yorumlar