Bir önceki yazımda (Bursa’da Tasavvuf Kültürü Adlı Esere Dair-2) tasavvuf kavramının Osmanlı mimarisinde sıkça “Ters T” gibi yanlış bir tabirle zikredilen oysa aslı “Zâviyeli Plan Tipi” olan mimari bir planın oluşmasında da etkisi olduğunu söylemiştim.
Bundan yola çıkarak Bursa’nın kültürel ve mimari gelişimindeki tasavvuf tesirini “Fetih”, “Mekece Vakfiyesi” ve mimaride “Zâviyeli Plan Tipi” çerçevesinde şekillenen üç yazıyla incelemek istedim. Bu serinin ilki olan bu yazı Bursa’nın fethinin ve bu fethe katılan bazı mutasavvıfların Osmanlı’nın erken döneminde oynadıkları rolleri irdeleme gayretine bir giriş niteliğinde.
Osmanlı’dan önce, Selçuklu ve Beylikler döneminin mirasını zamana inat topraklarında yoğuran Anadolu, Osmanlı’nın bir beylikten, büyük bir devlet yapısına erişmesiyle sosyal, kültürel ve dinî anlamda kendisine ait bir üslup oluşturmuş ve bu üslubu asırlar boyunca sürdürmüştür. İslam dini çerçevesinde irfânî bir görüş olarak kabul edilen tasavvufun, sosyo-politik açıdan Bursa’nın fethinde, Osmanlı’nın devlet teşkilatının ve kültürel yapısının oluşmasında tesiri büyüktür.
1243 yılında Kösedağ savaşında Moğollara mağlup olan Anadolu Selçukluları, Anadolu’da Türkmen emirlerinin yeni devletler kurmasının önüne geçememiştir. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kurulan devletler ve Kösedağ Savaşı öncesinde de artan Moğol tehdidine karşı göç eden Türkmenlerle birlikte Anadolu coğrafyasına çok sayıda “ahi”, “derviş”, “şeyh”, “baba”, “fakih” gibi unvanlar taşıyan şahsiyetler gelmiş ve sınırlara yakın yerlede kurdukları tekkelerde faaliyet göstererek, İslam dini ile eski “alperenlik” geleneğini “gazilik” kavramında birleştirmişlerdir. Âşıkpaşazade Anadolu’ya yapılan bu göçler için; “Rum'a gelen dört grup insan vardır. Gâziyan-ı Rum, Âhiyan-ı Rum, Âbdalân-ı Rum, Bacıyanı Rum” diyerek, göç edenleri dört gruba ayırmıştır. Ömer Lütfi Barkan “Osmanlı İmparatorluğu'nda Kolonizatör Türk Dervişleri” adlı makalesinde Âşıkpaşazade’nin dört gruba ayırdığı bu zümreler hakkında şöyle demektedir:
Osmanlı imparatorluğunun kurulmakta olduğu zamanda Anadolu'daki uç beylikleri, medenî bir hayatın kaynağı olan Türk ve İslâm dünyasının her tarafından gelmiş her sınıftan ve meslekten adamlarla doludur: İran, Mısır ve Kırım medreselerinden çıkan hocalar, orta ve şarkî Anadolu'dan gelmiş Selçukî ve İlhanî bürokrasisine mensub şahsiyetler muhtelif tarikatlerin mümessilleri İslâm şövalye ve misyonerleri diyebileceğimiz dervişler. Bunlar arasında bilhassa Aşık Paşazade tarihinde Gaziyânı Rum diğer tarihlerde Alpler (kahraman, muharib mânasına) veya Alp Erenler namı altında zikredilen ve daha İslâmiyetten evvel bütün Türk dünyasında mevcut olan eski ve geniş bir teşkilâta mensub, Türk şövalyeleri mevcuttu. Filhakika; Osman Gazinin arkadaşlarından bir çocuğun unvanı olan bu Alp tâbiri dikkate şayandır. Bunlardan şehirlerde yerleşmiş ve İslâm dünyasına mensub bazı dini tarikatlerin tesiri altında kalmış olanların ise unvanı bilâhare "Gazi"ve tebdil edilmiş gözükmektedir. Yine aynı kitapta ismi geçen Ahıyânı Rum yani Anadolu Ahileri ile; Horasan Erenleri de denilen Abdalânı Rum yani “abdal” ve "baba" ismini taşıyan ve bilhassa Türkmen kabileleri arasında telkinatta bulunan ve umumiyetle Osmanlı Padişahlan ile bütün harplere iştirak etmiş bulunan delişmen tabiatlı ve garib etvarlı dervişler bulunmakta idi.”
Söğüt’ü kendisine merkez belirleyen Osmanlı Beyliği’nin, Bizans’a en yakın beylik olması sebebiyle stratejik açıdan oldukça mühim bir konumda olmasıyla birlikte Osman Gazi’nin, yiğitliği, gözü pekliği ve savaşçı karakteri ile sürdürdüğü gaza politikası, onun çevresinde birçok derviş, ahi ve abdalın toplanmasına sebep olmuş, beyliğinin otoritesini bu şekilde güçlendiren Osman Bey, Vefaî şeyhi ve aynı zamanda bir fıkıh alimi olan Edebalı’nın kızıyla evlenip onunla bir akrabalık bağı kurmuştur. Osman Bey hastalığı yüzünden 1320 yılından itibaren savaşlara katılamamış ve iktidarını büyük ölçüde oğlu Orhan Gazi’ye bırakmıştır. Osman Bey 1324 yılında öldüğünde beyliğin toprakları o dönem bir Bizans şehri olan Bursa’nın üzerinde büyük bir baskı kuracak kadar genişlemiş ve en nihayetinde 1326 yılında gazilerin, abdalların ve dervişlerin de katıldığı bir fetih ile Bursa fethedilmiştir.
Osmalı’nın devlet teşkilatının yavaş yavaş tesis edilmeye başlanıldığı dönemde Türkmen dervişlerinin toplum üzerinde tesiri de sürmektedir. Geyikli Baba, Karaca Ahmed, Dûğlu Baba, Abdal Murad, Abdal Musa, gibi kişiler tarihsel süreçte de Osmanlı hükümdarıyla bazen dostâne bazen de gergin ilişkiler yaşamışlar ve Osmanlı devletinde özellikle Bursa çevresinde daima mühim bir rol oynamışlardır.
Orhan Gazi döneminde yaşamış ve Bursa’nın fethine katılmış tasavvuf erbaplarından en ünlüsü belki de Geyikli Baba’dır. Azerbaycan’ın Hoy şehrinde dünyaya gelen Geyikli Baba’nın hayatı hakkında bilgi bulunmamakta ve asıl adının ne olduğu da tartışılmaktadır. Abdülbaki Gölpınarlı Yunus Emre’nin bir şiirinde geçen, “Geyiklünün ol Hasan söz ayırtmış kendüden / Kudret dilidür söyler kendünün söz nesidir” dizelerinden yola çıkarak Geyikli Baba’nın asıl isminin “Hasan” olduğunu iddia etmiştir. Rivayete göre Bursa’nın fethine ulu bir geyiğe binerek katılmış ve çeşitli kahramanlıklar göstermiştir. Kalendermeşrep bir hayatı olan Geyikli Baba’nın fetihten sonra İnegöl civarında geyikler ve vahşi hayvanlarla yaşadığı rivayet edilmektedir. Kalendermeşrep hayatı ilerleyen yıllarda “Bektaşî” olduğu yönünde iddialar doğursa da Geyikli Baba’nın kendisine tarikatını soranlara “Seyyid Ebû’l Vefâ” müridi olduğunu söylediği bilinmektedir. Orhan Gazi Geyikli Baba için tekke ile birlikte bir de Cuma mescidi yaptırmış, “Kulbar” ile “Geyikli Baba” köylerini vakfetmiş ve zâviyesinin bulunduğu yere de bir türbe inşa ettirmiştir. Bugün Bursa’da Baba Sultan köyündeki Geyikli Baba’nın türbesi içinde yer alan geyik boynuzlarının, eski Türk Şaman geleneği ve Anadolu irfanı ile birleşen geyik kültüne bir saygı göstergesi olarak korunması oldukça ilginçtir.
Yine Orhan Gazi döneminde yaşamış ve Bursa’nın fethine bizzat katılan Abdal Musa, tıpkı Geyikli Baba gibi Azerbaycan’ın Hoy şehrinden gelmiş bir Türkmen dervişidir. Hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Bursa’nın fethine katılmış, rivayet edildiği üzere bu fetih sırasında birçok keramet göstermiş ve fetihten sonra bizzat Orhan Gazi tarafından kendisine yaptırılan zâviyesinde Hacı Bektâş-ı Velî’nin tasavvufî düşüncesini yaymıştır. Bunun yanı sıra devlet teşkilatlanmasında da mühim bir yer olan Abdal Musa’nın Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda da faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. Sonraki yıllarda bilinmeyen bir sebepten dolayı Bursa’yı terk etmiş ve rivayetlere göre Rumeli’de gazalara katılmıştır.
Kaynakça
Acar, T. (2011). Anadolu Türk Mimarisinde Tabhaneli Camiler, (Doktora Tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı: İzmir.
Aşıkpaşazade, (2003). Osmanoğullarının Tarihi. (Kemal Yavuz- Yekta Saraç, çev.) İstanbul: Koç Kültür Sanat Tanıtım A.Ş.
Barkan, Ö. (2002). Osmanlı İmparatorluğu'nda Kolonizatör Türk Dervişleri. Türkler, 9(15), 133-153.
Kara, M. (2011).Tekke.TDV İslâm Ansiklopedisi içinde. (Cilt. 40. ss.370-379).Ankara: TDV.
Kayserî, D. (2015). Mukaddemât. Turan Koç, Mehmet Çetinkaya. (Çev.).İstanbul: İnsan.
Koç, T. (Haz.), (2011). İbn Arabi Geleneği ve Dâvûd el Kayserî. İstanbul: İnsan.
Mülayim, S. (2010). İslâm Sanatı. İstanbul:İsam.
Ocak, A.Y. (Haz.), (2014). Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler. Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Ocak, A.Y. (2015). Osmanlı Sufiliğine Bakışlar. İstanbul: Timaş Yayınları.
Öztürk, A. (2017). Tasavvuf Sosyolojisinin İmkanları ve Krizleri Üzerine (Orta Asya Tasavvufi İslamlaşması Örneğinde)". Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi, 1 (1), 62-71.
Sevim, S. (2002). “Bursa ve Yakın Çevresinde Kuruluş Devri Sultanlarınca Desteklenen Dervişler II (Orhan Gazi ve I. Murad Devirleri)”, Dünden Bugüne Bursa’da Tasavvuf Kültürü, s.150-157.
Şahin, H. (2022). Dervişler, Fakihler, Gaziler, Erken Osmanlı Döneminde Dinî Zümreler (1300-1400). İstanbul: YKY.
Uzunçarşılı, İ. H. (1941). Gazi Orhan Bey Vakfiyesi. Belleten, 5(19), 277-288.
Ünver, G. (2014). Din Sosyolojisi. İstanbul: İnsan
Yorumlar