Daha önce söylemiştim diye hatırlıyorum, Bursa'nın eski fotoğraflarına bakmaktan, onların havasını, geçmiş zamanın o masalsı ikliminde teneffüs etmekten, çocukluğumdan beri bildiğim yerleri, bir de bilmem kaç sene evvelki manzarasından seyretmekten ancak uhrevî diye ifade edebileceğim bir haz duyarım. Bursalı olduğum için söylemiyorum bunu, Bursa’nın eski fotoğraflarına bakıp "Bursa'da Zaman" şiirini hatırlamamak imkansız gibidir. Büsbütün nostaljik bir his de değildir bu üstelik. Eski bir Bursa fotoğrafına bakmak, zaman hakkında yazılmış bir şiiri okuduktan sonra bir de onu seyretmek gibidir desem, mübalağa etmiş sayılmam.
Geçen günlerde, I. Dünya Savaşı'nda renkli otokromlar çekmesiyle ünlü Fransız fotoğrafçı Jules Gervais-Courtellemont'un arşivine bakarken rastladığım 1908 tarihli bir Bursa fotoğrafının bende yarattığı tesiri nasıl anlatsam?
Fotoğrafta Bursa'nın en eski mezarlıklarından olan Pınarbaşı mezarlığının yamaçları... Bugünden oldukça farklı. Şimdi ulu servilerin gölgelerinde omuz omuza vermiş mermer taşlar o zamanlar birbirlerinden ne kadar da uzak!
Şöyle bir bakınca, fotoğraftaki birkaç mezar taşını mesleğim gereği tanıyorum hemen. Merak bu ya, hatta kendi notlarıma bakıp kimlerin mezar taşları olduğunu tespit de ediyorum. İlk gençlik yıllarımda kendi ruhumun; ilerleyen yaşlarda da hayatın hengâmesinden kurtulmak için kitabelerine kulak verdiğim mezar taşları bunlar. Seneler evvelki yerlerinde; yıpranmış, devrilmiş, solmuş olsalar da oradalar. Fotoğrafta bir detay daha var ki, bana tesir eden de bu detay aslında...
Fotoğrafın sağ alt kısmında, başında fesi, yüzünü Uludağ'ın doğu yamaçlarına dönerek bir mezar taşının kaidesine omuzlarında sanki bin yıllık bir yükle oturmuş o mahzun genci görüyor musunuz? Kimdir o? Bir meczup ya da kendi ruhunun hengamesinden kurtulmak için suskunların diyarına kaçmış bir bahtsız mı? Belki de az önce toprağa canından çok sevdiği birini vermiş ve ölümün mutlak gerçekliğiyle yüzleşmenin ağırlığı omuzlarında öylece kalakalmış biri? Muamma...
Ne dersem diyeyim, hangi tahmini yürütürsem yürüteyim, çözemem bu muammayı, biliyorum. Ama bir zamanlar Bursa'nın her şeyden kaçmak için soluğu aldığım mezarlığında, aynı mezar taşlarını gördüğümüz, bildiğimiz, belki de aynı yerlerinden geçtiğimiz, omuzlarında bin yıllık yüküyle ölümsüzleşmiş o gönüldaşımı bu çağdan kucaklıyorum.
Belki o da benim gibi Bursa sabahlarının karanlığında Pınarbaşı’ndaki köşe başlarından dönmüş, daracık sokaklardaki eski evlerde yeni güne uyanan insanların ve kumruların sesiyle kendisini Pınarbaşı mezarlığında bulmuştur. Belki o da benim gibi mezarlığın yüksek duvarlarının yanından geçmiş, tam mevlevîhânenin karşısına denk gelen parmaklıklı kapısından içeri uzun uzun dalıp gitmiştir. Eski bir mezar taşının harflerindeki kıvrımlar, ikimizin de önünde uzanan o girift hayat yolunun habercisi olmuştur belki. O zamanlar, o mezarlıktaki mezar taşlarının sahipleri ona benden daha yakın, zaman ise bugünkü akıl almaz süratiyle ona benden daha uzaktır.
Şimdi zamanın, içinde bulunduğumuz hatta onun bir parçası olduğumuz akıl almaz süratiyle, Bursa da, ben de geçmiş günlere nazaran yorgunuz. Hatıralar, tebessümler ve akşam ezanlarının içinden tüten eski bir Bursa hayaliyle, geçmiş zamanları düşünüp duruyor, tıpkı fotoğraftaki o genç gibi, ikimiz de zaman denen o büyük mezar taşının kaidesine oturmuş, yüzümüz Uludağ'a dönük, bekliyoruz.
Bir bakın isterim... Eski bir Bursa fotoğrafında, bir mezar taşının kaidesine oturmuş o yorgun ruh, kendisinden bir asır sonra beton binaların, geniş caddelerin, göz alıcı ışıkların varlığından ve bizden habersiz; yüzü Uludağ'ın yamaçlarına, kalbi kendisinden bile eski bir Bursa hayaline dönük ne düşünmektedir sizce?
SELİMCAN YELSELİ
Yorumlar